Pages

Ads 468x60px

Labels

Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Mart 2011 Cuma

Celda 211 (2009)

Dünyadaki insanların “o”nun yokluğunda` “o”nu arayacak kişilerin sayısı beklide bir elin parmaklarını bile geçmeyecek` dünyada tek isteği` iyi bir evlilik sonrasında karısı ve çocuklarıyla mutlu bir hayat sürme gayesinde olan bir insan. Sadece paranın huzur getiremeyeceği gibi gerçek mutluluğun peşinden giden` hayatını sevdiği kadınla birleştirip 3 ay sonrada “babalık” mertebesine yükselecek “sıradan” bir vatandaş. Juan Oliver doğacak çocuğu ve karısına bakabilmek için biran önce işe başlamak istemektedir` Juan gardiyandır` bu genç adam işbaşı yapmasına bir gün kala çalışacağı hapishane hakkında biraz bilgi almak ve diğer gardiyan arkadaşları ile azda olsun kaynaşmak için iyi bir fırsat olarak görmektedir` ve işbaşı yapmadan bir gün önce çalışacağı hapishaneye gider. Çalışma arkadaşları ile kısa bir tanışma faslı geçirirken biranda tavandan kafasına bir şey düşer ve bilincini kaybeder. Tam bu sırada hapishanede bir isyan patlak verir` Juan’ın yanındaki gardiyanlar ne yapacaklarını şaşırırlar Juan’ı 211 numaralı boş hücreye bırakıp kellelerini kurtarmak için biran önce oradan sıvışırlar. Juan ayıldığında hapishane yerle bir olmuştur ve kendini tam bir kaos ‘ un içinde bulur. Juan kafayı çalıştırır ve buradan canlı çıkmanın tek çaresinin mahkum gibi davranmak olacağını düşünür` ve artık o bir mahkum rolü yapmaktadır. Filmin kısaca özeti böyle.

Son yıllarda Japon sinemasından sonra` İspanyol ve Fransız sinemasıda büyük bir çıkış içinde. İspanyol sineması 2007 yılında Rec ile getirdiği büyük başarısıyla` Fransız sinemasıda` Frontiere(s) / Sınırda (2007)` A L’interiuer / Inside (2007) ve Martrys (2008) gibi yapımlar Japon sineması ve Hollywood ‘ a şık taklalar attırmışlar. Ama şunu söylemek gerekki Celda 211 bir korku filmi değil` yinede başarılı yapımları sitede yayınlamak istiyorum. Yönetmen Daniel Monzon ‘ un ilk önemli eseri olan Celda 211 2009 yılında` İspanyol sinemasının en itibarlı ödülü olan “Goya” ‘ ya damgasını vurup bütün ödüllerin sahibi olmuştu. Hücre 211 ispanyada yılın en iyi filmi seçilirken` en iyi yönetmen ve en iyi erkek oyuncu dahil 8 ödül alarak adeta “Goya” ödüllerine ambargo koymuş.


Celda 211 filmi klasik bir hapishanedeki paklak veren isyanı konu alır gibi gözüksede filmi izleyen izleyici film bittikten sonra Hücre 211 ‘ in çok farklı konulara değindiğini aslında anlatılmak istenen klasik bir hapishane isyanını bastırmak olmadığı anlayacaktır. Hem konusu hem senaryo itibari ile` film ile ayrı olarak baştan aşağı ele alınması gereken bir yapım. Yönetmen Daniel Monzon ‘ un ilk önemli yapımı olan Celda 211 ‘ de en çok konuşulanlardan bir diğeride oyunculuk performansları. Yönetmen Daniel Monzon gibi oyuncu Juan Oliver ‘ ı canlandıran Alberto Amman ‘ ın yer aldığı ilk film olarakda göze çarpıyor. Alberto Amman ilk oyunculuk deneyimi olmasına rağmen bütün film boyunca farklı farklı karakterlere bürünerek ne kadar başarılı bir oyunculuk çıkardığını gösteriyor. Alberto Amman çok kaliteli bir oyunculuk çıkardığını ve filmdeki oyunculardan birisi daha varki` yönetmen Daniel Monzon ‘ un Alberto Amman (Juan Oliver) ‘ a verdiği bu başrol oyunculuğunu Lois Tosar ‘ ın Malamadre ‘ deki karakteriyle adeta kendisi yönetmene karşı çıkar gibi başrolü Alberto Ammann ‘ dan alıyor. Filmden sonra Luis Tosar ‘ ın o muhteşem replikleri bir çok izleyicinin diline dolanmış ve ancak bir mahkum bu kadar “iyi” bir insan olabileceğini` Alberto Amman ‘ ın film boyunca birden çok role soyunduğunu` ilk yönetmenlik deneyimi olan Daniel Monzon ‘ un kaliteli başarısı yıllara dilden düşmeyecek` şimdiden İspanyol bir “klasik” olduğunu söylersek` yanlış söylemiş olmayız.


Bütün insanlar hayatı boyunca gönüllü yada gönülsüz olarak` yada yapmak “zorunda” kaldığı seçimler neticesinde bir “taraf” olmak zorundayız Juan Oliver’da “başta” ne kadar bu tarafını belirlemiş olsada daha sonra hayatının ne kadar değiştiğine şahitlik edeceğiz. Hiçbir suçu olmayan bir insanın hayatı böyle dramatik birşekilde nasıl alt-üst olurki ? Yönetmen Daniel Monzon Celda 211 ‘ de` hapishanedeki yaşam koşulları hakkında kısa kısa göndermeleri ile` hapishane ortamı hakkında bize ufaktan bilgilerde vermeyi ihmal etmiyor. Filmdeki dehşet sahneleri az olsada` bunu vahşeti arttırarak bastırmayıda ihmal etmemiş.Yaşadığımız bu hayat hergün farklı farklı yeniliklere açık olduğu gibi sadece ufacık bir şeyin insanların hayatlarını nasıl değiştirdiğini Celda 211 filminde çok iyi anlıyoruz. Hücre 211` bir yükselen bir düşen grafiği ile merak unsurunu arttırıyor. Merak duygusunun yanında` baştan sona kadar düşmeyen temposuda film için göze batan artılardan birisi. Film birçok açıdan etkiliyor insanı` bazı yargı ve düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmemize vesile olacak sarsıcı ve kaçırılmaması gereken bir yapım.


Bu yazıyı ilk olarak www.korkutr.com sitesinde şu adreste yayınladım.

10 Mart 2011 Perşembe

Son Samuray - The Last Samurai (2003)

18. Yüzyılda sanayi devrimiyle paralel olarak birçok alanda yeniliklerin yaşanması, savaşlarda kullanılan ok, kılıç gibi aletlerin zamanla kendini top, tüfek ' lere değişildiği dönemler. Ülkeler gitgide ordularını modernize ettiği, yavaş yavaş gelişen teknolojiyle birlikte gelen bu yeniliklerin kullanılmaa başlandığı yıllar. Tabi sanayi devrimininde başladığı Avrupa'da diğer kıtalara göre herşey daha çabuk yayılır, belkide Avrupa'nın diğer kıtalara göre daha hızlı gelişmesi diğer kıtalarında Avrupa'yı takip etmeside bu dönemlerde (18.yy) kendini hissettirmeye başladığını söylersek yanlış söylemeyiz. Bu gelişen sistem doğrultusunda, ordularda daha modernize bir yapıya kavuşmaya başlanılan dönemler. 1875 yılındaki Japonya'da geçen filmde amerikan ordusundan Yüzbaşı Nathan Algren (Tom Cruise) Japon İmparatorluğunun davetlisi olarak ülkenin ilk modern ordusunu kurmak için Tokyo'ya gelir. Yüzbaşı Nathan Algren (Tom Cruise) japon ordusu'nun başında svaştığı bir zamanda Samuraylara esir düşer.

Samurayların son lideri Katsumoto (Ken Watanabe), Nathan Algren (Tom Cruise) ' i yakaladığı sırada onun savaşçı ve düşmana teslim olmayan yapısını gördüğünde düşmanına büyük bir saygı duyar ve onu öldürmekten vazgeçer ve onu yaşadıkları köye götürür. Yüzbaşı Nathan Algren bu köyde samuray kültürünü yakında tanı ve çok etkilenir. Nathan Algren bir samuray gibi harket etmeyi, kılıç kullanmayı öğrenince büyük bir kararın eşiğine gelir. Başka Samuraylara karşı savaşmak için gelen Nathan Algren artık iki taraf arasında kalmıştır ve onurunun kendisine doğru yolu göstermesini bekler.

Nathan Algren Japonya'ya gelmeden önce kızılderelilerin isyanını bastırmak içinde görevlendirilmişti. Filmde Nathan Algren hayatı boyunca yaşadıkları ona samuraylar gibi ölümden korkmamayı içten içe insani yapısına dönüşmüştür, bu yapısı aynı samuraylar gibi düşünmeyi, onlar gibi hareket etmeyi dahada kolaylaştıran bir unsur.

Son Samuray
' da enfes doğa manzaraları ile adeta görsel bir şölen sunan film, görüntü yönetmeni, set dekorasyonu ve kostüm tasarımı adına son derece başarılı. Özellikle 90'lardan sonra Japon sinemasının altın çağını yaşadığını herkez biliyor. Özellikle Japon korku sineması Hollywood sinemasının belkide tek alternatifi. Kill Bill filmi ile aradıkları atmosferi bulamayan samuray filmi severlerin beklentileri, Son Samuray filmiyle son derece karşılanacak bir yapım.

Nathan Algren rolüyle Tom Cruise işin içinden alnının akıyla çıkmışa benziyor. Filmi çok büyük bir zevkle izlerken
Nathan Algren ile Koyuki isimli güzel aktris'i canlandıran Taka arasındaki ilişki basit bir erozim ile sonuçlanmak yerine yönetmen, Japon kültürüyle birlikte ilişkiye ço kgüzel bir tat vermeyi unutmamış.

Bu batılıaşmanında etkilerinin görüldüğü 1875'lerin Japonyasında Samurayların hayatlarının değiştirilmek istenmesi ve Son Samurayların duygu yükle direnişini izleyeceksiniz.
Samurayların, Şimdiki Japon kültüründe çok büyük bir yere sahip. Yönetmen Edward Zwick Son Samuray filmiyle Braveheart kadar başarılı, kaliteli savaş sahneleri ve bunlarla birbirine iyi harmanlanmış olan duygusal bölümlerle, izleyicide eşsiz bir güzellik bırakıyor.

8 Mart 2011 Salı

İnto The Wild (2007) ve Christopher McCandless


Titanic (1997), Scarface (1983), Goodfellas (1990), Schindler's List (1993) gibi gerçek hayattan, sinemaya uyarlanan bir çok film vardır. Into The Wild (2007) ' de yanlız onlardan birtanesi, bana göre bu alanda en özel filmlerden birtanesi.

Christopher McCandless
1990 yılında üniversiteden mezun olduktan sonra 24 Bin Dolar parasını bir hayır kurumuna bağışlayıp, ailesine ve arkadaşlarına haber vermeden, otostop ile Amerikayı dolaşmaya başlayan, hatta kano ile Meksikaya kaçak giriş çıkış yapan ve uzun süredir hayalini kurduğu "Alaska" ' ya gidip vahşi hayat koşullarından yaşamaya çalışan ve bu esnada hayatını kaybeden bir gezgin. Yönetmen Sean Penn Milk(2008), 21 Grams (2003), The Game (1997) gibi yapımlarda oyunculuk yaparken Into The Wild filminde yönetmenlik koltuğunda oturuyor.

Christopher McCandless kapitalizmin oluşturduğu "Kapilalist Dünya" ' yı hiçbirzaman benimsemedi, taviz vermedi. McCandless para ile kolayca elde edilen şeylerin gerçek güzelliklerin, zevklerinin önemini kaybettiğini ve anlamsızlaştırdığını düşünüyordu. McCandless hiçbirzaman anlaşamadığı ailesinin beklentileri doğrultusunda üniversiteden mezun olur olmaz, ailesini birdaha aramaksınız sırra kadem basmıştır. McCandless hayallerinin peşinden koştu.
McCandless ne ailesine, arkadaşlarına haber vermeden yolculuğunu otostop yaparak, hatta bu yolculuklarda tanıştığı insanlara ismini
Alexander Supertramp olarak tanıtmıştır. McCandless yolculuğunu yanına aldığı kitaplardaki bilgileri adeta bir "yol gösterici" olarak kullanır. Vahşi yaşamda avlanmayı, nasıl hayatta kalınabileceği, zor durumlarda yapılabilecek ve benzeri şeyleri yanındaki kitaplardan okuyarak bu alanda kendisinine yararlı olabilecek herşeyi yani tecrübeyi öğrenir. McCandless ' ı tarihe altın harflerle kazınmasına sadece ailesine gider yapıp, bütün parasını hayır kurumlarına bağışlayıp, kapitalist dünyaya adeta "meydan" okumasıyla kazanmadığını bu filmi izleyerek anlamak pek zorda değil doğrusu, Çünkü McCandless hayatı boyunca ailesinden görmediği yakınlığı, sevgiyi bu yolculuğu sırasında tanıştığı insanlardan görmüştür. McCandless ' ı yolculuğu sırasında can-ciğer dostları olduğu gibi onu evladı gibi seven insanlarda çıkmıştır. Hayata karşı bu duruşuda bu gezginliği kadar onu tarihe bu denli silinemeyecek şekilde kazımıştır.

Birçok kişi bu filmi izleyip
McCandless ' ın bu yaşam öyküsüne tanıklık ettikten sonra " Aynı beni anlatmış be abi " dediğini biliyorum. Bazılarıda " o kadar para heba edilirmi manyakmısın be birader " diyeceğini bildiğim gibi. Aslında McCandless ' ın dünyaya bu yaklaşımı pekde uzak olmadığımız bir durum. Çünkü ; teknoloji geliştiği gibi yaşam koşulları, standartlarıda değişiyor elbette McCandless ' ında bu "sisteme" karşı çıkmasından başka birşey değildir aslında.

Nasıl bir hayat yaşıyor olsak bile birçok insanın içerisinde McCandless ' ın hayallerini süsleyen bir doğayı kendisindede bulduğuna eminim. McCandless genç yaşta dünyadan ayrılmış olabilir ama bu kısa hayatı boyunca içine sığdırdığı yaşam sevgisi belkide çoğu insana nasip olmayacak. Kısacası McCandless bulunduğumuz hayata karşı geldi ve ona çok büyük bir çalım attı.


Christopher McCandless (12 Şubat 1968 – 18 Ağustos 1992)
 

Sample text

Sample Text

Sample Text