Pages

Ads 468x60px

Labels

31 Mart 2011 Perşembe

Futbol Güzeldir


Gürkan Abi Doğa İçin Pedallıyor !

Sabah güneşinin doğmasına yakın bir zaman kala radyoda dinlediğim bir programda şöyle diyordu. "Çılgın Türk, Türkiye-Japonya arasını 11 ayda bisikletle geçti" o an şok oldum, içimden ne büyük cesaret dedim. Programın bitmesiyle birlikte direk internetin başıan geçtim ve daha önce tanımadığım Gürhan Genç ' i aramaya koyuldum http://dogaicinpedalla.blogspot.com/ şöyle bir blog ve blogların geçenlerde kapanmasıyla birlikte http://www.gurhangenc.com/ adresine geçiş yapmış fakat ikiside güncellenir durumda. Radyodaki programın bitmesiyle birlikte internette bu söylediğim siteleri buldum, bisiklet tutkunu birisi kafasına birgün böyle bisikletle bir tur yapmak geliyor küresel ısınmaya karşı bisikletin en iyi ulaşım araçlarından birisi olduğunu göstermek, Türk-Japon ilişkilerini geliştirmek iyi anılar ve arkadaşlar edinmek için böyle bir tura çıkmayı planlıyor. 2-3 ay boyunca Türkiye'den Japonya'ya kadar gideceği güzergah için ülkelerin vize işlemlerini o ülkelerde nerelerde konaklayacağını ve böyle şeyler hakkında bilgileri topladıktan sonra pedallamaya başlıyor. Yol boyunca birçok arkadaş ediniyor, her ülkeden ailelerin evlerine konuk oluyor blogu okurkan müthiş bir duyguya kapıldım doğrusu çok büyük bir özgüven. Bizim çocukluğumuzda iyi bir karne hediyesi olarak gördüğümüz 3 aylık yaz tatili için güzel vakit geçirebileceğimiz bir "hediye" olarak hayatımıza giren "bisiklet", Gürhan Genç Türkiye-Japonya arasında 11 ay sürecek olan bu olağanüstü macerayı bloğuna aktarmış NTV Spor ve onlarca kanala ve radyoya şu sıralar çıkmakta. Radyodaki son cümlelerinde Bundan sonra başka bir tur programınız olacak mı ? sorusuna evet dedi, bu sefer dünya turuna çıkmayı hedefliyormuş 5 kıta bi ucundan başlayıp diğer ucuna kadar avrupa, asya, afrika, güney amerika, antartika ' yı gezecek olan Gürhan abimiz'in bu yolculuğu tam 4.5 yıl süreceğini açıkladı ne denir bilemiyorum, tek söyleyeceğim en kısa zamanda bir bisiklet almak Türkiye'yi gezdikten sonra Gürhan abi gibi dünyayı böylesine farklı bir bakış açısıyla gezebileceğim bir tur'a çıkıp dünya'yı pedallamak..

25 Mart 2011 Cuma

Şampiyonlar Ligi Yarı Final Tahminleri

ÇEYREK FİNAL EŞLEŞMELERİ

REAL MADRID - TOTTENHAM HOTSPUR 1

CHELSEA - MANCHESTER UNITED 1

BARCELONA - SHAKHTAR DONETSK 1

INTER - SCHALKE 1

Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final ilk maçları 5/6 Nisan, rövanşları ise 12/13 Nisan'da oynanacak.

YARI FİNAL EŞLEŞMELERİ

INTER - CHELSEA 1

REAL MADRID- BARCELONA 2

Avrupa Ligi Yarı Final Tahminleri

ÇEYREK FİNAL EŞLEŞMELERİ

PORTO - SPARTAK MOSKOVA 1

BENFICA - PSV EINDHOVEN 1

VILLARREAL - TWENTE 1

BRAGA - DINAMO KIEV 2

UEFA Avrupa Ligi'nde çeyrek final ilk maçları 7, rövanşları ise 14 Nisan'da oynanacak.

YARI FİNAL EŞLEŞMELERİ

DINAMO KIEV / BENFICA 1

PORTO / VILLARREAL 1

21 Mart 2011 Pazartesi

İşte Dünya "RAKI" Derbisi


Galatasaray - Fenerbahçe maçında sahada başka bir "BÜYÜK" daha vardı.

20 Mart 2011 Pazar

Avrupa'nın en büyüğü Vakıfbank

Voleybol'un şampiyonlar ligi, kısaca futbolun Şampiyonlar Ligi. Dörtlü finalde iki takımımız var Fenerbahçe Acıbadem ve Vakıfbank Güneş Sigorta dörtlü finalin yarı final ayağında bir gün önce Vakıfbank Fenerbahçeyi yenip finale yükseldi, finalde azeri takımla eşleşti, fenerbahçe'de üçüncülük maçı oynayacak. Fenerbahçe üçüncülük maçını kazandı ve üçüncü oldu. Vakıfbank finalde azerbaycan'ın Rabita Bakü takımıyla oynadı.

Vakıfbank rakibine set vermeden kazandı ve şampiyon oldu bir ilki gerçekleştirip, şampiyon oldu.Burhan Felek Spor Salonu'nda bulunan bir grup Fenerbahçe taraftarı, Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom-Rabita Bakü maçında Azeri takımını destekledi.

Bu kadarda olurmu bir grup kişi olarak bakmak istiyorum, sonuç milli başarıysa Fenerbahçe'de alsa Vakıfbankta alsa şampiyonun Türkiyeden çıkmasını isteyen fenerbahçelilerin olduğunu varsaymak istiyorum. Bu kadarda olmaz artık. Ben Vakıfbank ve Fenerbahçe ile gurur duydum, çok büyük bir başarı elde etti ülkemiz.

Sportmenlik budur



FOGGIA-GELA Takımları arasındaki maçta takım arkadaşı sakatlanan takımın oyuncusu topu taça atıyor, rakip takımda hızlı bir şekilde taçı kullanıp gol atıyor ve saha karışıyor. Pes artık !

Gençlerbirliği : 1 Trabzonspor : 2



Ligin ilk yarısında 9 puanlık avantajını eriten Trabzonsporumuz biranda kendisini ikinci sırada, Fenerbahçe'yide burnunun dibinde hissetti. 3 Maç üst üste gelen puan kayıpları ve Fenerbahçe'nin üst düzey performansından sonra göz ardı edilemeyecek bir durumdu bizim için, bir o kadarda dramatik.

2004 ve 2005 yıllarında iyi götürdüğümüz şampiyonluk yarışını Fenerbahçeye kaptırıp bu iki sezondada Dinamo Kiev ve Anorthosis'e şampiyonlar ligi ön elemelerinde elenip gruplara kalamadığımız dönem bizim için çok kötü sezonlarda, en azından avrupa için bunun söyleyebiliriz. Son 5 yılda ligde kötü gitsekte, son 3 sezonda şuandaki kadroyu kurmak ve yavaştan takım olmak için iyi adımlar atıldığını doğrudur. Çünkü kadrodaki oyuncuların %70 i en az 2-3 sezondur takımda oynuyorlar ve birbirlerine iyice alıştılar tam bir "takım" olma yolunda çok büyük adımlar atıldı, bunun meyvelerini ilk yarıyı lider ve 9 puan önde bitirerek verdiğini söyleyebiliriz, herkezde olduğu gibi 9 puan önde olsakda içte bir endişe bir korku vardı tabiki, uzun yıllardır şampiyon olamayan takımımızın bu noktadanda farkı kapattırıp "şampiyon olamayacağını" düşünenler elbetteki olmuştur. Nitekim bu 9 puanlık fark oyuncuları rehavete ugrattıki şuanda Fenerbahçe ile aynı puanda averajla ikinci sırada, Son haftalarda geriden gelme ve öndeki takım için daha rahatsız edici bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Bu haftaki maçtada Cuma günü Fenerbahçe iyi oynamadığı bir Galatasaray maçını son dakikalarda attığı gol ile kazanması oyuncularımızı son derece etkilediği belliki Gençlerbirliği maçının ilk 15-20 dakikasında bunu çok etkili bir şekilde hissettirdi. Hem ligin ikinci yarısındaki oyuncuların form düşüklüğü hem takımdaki sakatlıklar bu puan avantajını yitirmedeki bir faktör olsada önde olmanın ve 9 puanlık farkında bir rehavette olduğu bir gerçek.

Gençlerbirliği maçına en azından benim beklemediğim bir kadro ile çıktığımızı söylemeliyim, kalecimiz onur'un sakatlı herkezde olduğu gibi bendede bir şok etkisi yarattı, uzun zamandır oynamayan bir tolga'ya emanet sezonu bitireceğiz belli, kötü bir kaleci olmasada 2 sezondur oynadığı maç sayısı 5 ' i geçmeyen bir kalecinin biranda takıma uyum sağlaması ve iyi bir performans göstermesi zor bir durum ki, bunu erken dakikalardaki yediğimiz golde bir duruş hatası yaptığı, bununda uzun zamandır oynamadığı ve maçlara "sıcak" bir kaleci olmamasına bağlı. Kasımpaşa maçında adeta bir el bombası olan Tayfun Cora'nın bu maçta ilk 11 de başlaması en büyük teknik hataydı, yıllardır Trabzonda 100 e yakın maça çıkmıştır ama bana hiçbirzaman güven vermeyen bir oyuncu, nitekim Kasımpaşa maçında ne yapacağı belli olmayan serseri mayın gibi sahada dolandı. Bu maçtada Tayfun ile başlamak büyük bir hataydı, Serkan ' ı açığa iterek hücum anlamında vasat bir takım görüntüsü verdik ilk yarı. Serkan sağbeke alışmış artık "bek" oyuncusu olmuş açığa konulsada çok "defansif" oynamayı kendisine adeta görev olarak edinmesi ofans gücümüzü çok düşürdü ki yıllardır bek oynayan bir oyuncunun gerçek bir açık ibi oynaması imkansızdır. Gençlerbirliğinin ilk golünden sonra Tolganın kurtardığı pozisyon gol olsa çıkarması son derece zor olurdu, bu dakikadan sonra pabucun pahalı olduğunu anlayan takımızın şuursuz ataklar ile ilk yarıyı heba etti. İlk yarıda en net gol pozisyonundan yararlanamayan Burak Yılmaz bugün son vuruşlarda çok beceriksizdi. Kadro olarak kumar oynayan Şenol Hoca ikinci yarı Alanzinho'yu sokup, Tayfunu çıkarması zaten beklenen bir hamleydi maça başlamadan bu kadroyla çıksa çok daha iyi olurdu.

Alanzinho'nun girmesiyle ikinci yarıya gerçek Trabzonspor ve şampiyonluk yarışı veren bir takım gibi başladık, nitekim ikinci yarı Gençlerbirliği çanakkale geçilmez yaptı ve tek kale maç şeklinde geçti. İkinci yarı ideal bir kadroya kabuşan takımımız Gençlerbirliği kalesini avluka altında aldı. İlk yarı sol kanadı hiç kullanmamız vasat bir görüntü çizdirmişti fakat ikinci yarı hem alanzinho'nun oyuna girmesi hemde pabucun pahalı olduğunu anlayan oyuncularımız istekli ve arzulu oyunu Giray'ın iyi yükselip vurduğu top ile skoru eşitlememizi sağladı. Yüzündü gol stresine giren Umut 14 haftadır sadece 1 gol atabildi, çok iyiniyetli gerçekten takımda olması Trabzonumuz için çok iyi fakat şampiyon olabilmek ve gelecek sezonlarda avrupada başarıyı getirebilmek Umutun yanına leblebi gibi gol atan bir santrafor şart.

Çok daha rahat kazanabileceğimiz bir maç olabilirdi, gelen şansları iyi değerlendirseydik. Manisa, BJK ve Sivas maçlarında olduğu gibi son dakikaya kadar maçı istedik ve Alanzinho'nun müthiş golüyle galibiyeti getirdi. Takımı ipten aldı, bu maçta kaybedilecek bir puan işimizi çok zora sokardı belki imkansız hale getirebilirdi. Şampiyonluğa gidecek bir takımda en önemli şey yedek kulübe zenginliğidir, 2004 ve 2005 yıllarında kaçam şampiyonluğun en önemli faktörü buydu yedek kulübesinde skoru değiştirecek oyuncu yoktu, ama şuanda yedekten girebilecek çok oyuncu var. Orta saha problem oluyor Ceyhunu sokarsın şut atar ahva topu üstünlüğü sağlar, ikili mücadele alır. Alanzinho'yu sokarsın müthiş dikine oynar golü düşünür.

Nitekim maçları sonuna kadar kovalamamız yürüdüğümüz yol için çok önemli bir faktör, ligin ikinci yarısında oynadığımız çoğu maçı 85.dakikadan sonra koparmayı başardık. Maçın ilk yarısıyla ikinci yarısı bambaşka oyun anlayışu olduğunu düşünürsek. İkinci yarı iyi paslaşıp oyunu iki kanadada yayıp gol pozisyonları ürettik, dikine oynadık ve iyi mücadele etti takım, sezon başında çok eleştirdiğim Giray Kaçar son 4-5 maçtır müthiş oynuyor, beni en çok yanıltan oyuncuların başında geliyor. Egemeninde düzeldiğini düşünürsek Egemen - Giray ikilisi takımın ideal göbeği olacaktır, kenarda Glowacki'nin hazır olarak beklemesi defans açısından iyi olacak ve alternatifi yükseltecektir. Puan kaybettiğimiz maçlarda Egemeni çok aradığımız bir gerçektir. Milli maç arasında Engin Baytar'ında takıma dönmesi ligin ilk yarısında ideal kadroyu geri kazanmızı sağlayacaktır. Geçen kasımpaşa maçında ve oynadığı diğer maçlardada istenileni veremeyen Yattara'nın kadroya alınmaması benim için süpriz olmadı çünkü hiçbişey yapmıyor.

Sol bek Piotr Brozek bugünkü maçta hatasız oynadı, girdiği kademeler son derece yerindeydi. Cale 90 dakika ileri çıkmayıp üstüne üstlük defansif anlamda aksıyordu. Piotr ise Cale'den daha fazla ileri çıkıyor oyun bilgisi Cale'den iyi, ileriye iyi toplar atıyor, kademe anlayışıda yerinde Piotr iyi bir kazançtır. Özetle bu maçta kaybedilecek puan işimizi çok zora sokardı, ama manisa, beşiktaş ve sivas maçlarında olduğu gibi istekli oyunumuz son dakikalarda etkisini gösterdi. Milli maç arasında sakatların takıma geri dönmesiyle bu kazanılan maç eski havamıza geri getireceğini düşünüyorum.




Takımın Artıları

Giray'ın performansının yükselmesi.
Selçuk ligin ilk yarısındaki performansına yavaş yavaş geri dönmesi.
Piotr Brozek ' in takıma adapte olması.
Son dakikaya kadar istekli oyunumuzun devam etmesi.
Egemen ve Engin ' in düzelmesi (Milli maç arasıyla)

Takımın Eksileri
Bazı maçlar ilk 45 dakika heba edilmesi. (gençlerbirliği maçında olduğu gibi)
Onur'un sakatlığı.
Çok basit kaçırılan gol pozisyonları.
Umut'un 100. gol stresi.


Günün Notu
Her takıma bir ALANZİNHO şart.

18 Mart 2011 Cuma

Avrupada Kuralar

ŞAMPİYONLAR LİGİ ÇEYREK FİNAL EŞLEŞMELERİ

İŞTE ÇEYREK FİNAL EŞLEŞMELERİ

Real Madrid (İspanya) - Tottenham Hotspur (İngiltere)
Chelsea (İngiltere) - Manchester United (İngiltere)
Barcelona (İspanya) - Shakhtar Donetsk (Ukrayna)
Inter (İtalya) - Schalke 04 (Almanya)

İŞTE YARI FİNAL EŞLEŞMELERİ
Inter-Schalke galibi - Chelsea-Manchester United galibi
Real Madrid-Tottenham galibi - Barcelona-Shakhtar galibi


AVRUPA LİGİ ÇEYREK FİNAL EŞLEŞMELERİ

İŞTE ÇEYREK FİNAL EŞLEŞMELERİ
Porto (Portekiz) - Spartak Moskova (Rusya)
Benfica (Portekiz - PSV Eindhoven (Hollanda)
Villarreal (İspanya) - Twente (Hollanda)
Braga (Portekiz) - Dinamo Kiev (Ukrayna)

YARI FİNAL EŞLEŞMELERİ
Braga-Dinamo Kiev galibi - Benfica-PSV galibi
Porto-Spartak Moskova galibi - Villarreal-Twente galibi

11 Mart 2011 Cuma

Celda 211 (2009)

Dünyadaki insanların “o”nun yokluğunda` “o”nu arayacak kişilerin sayısı beklide bir elin parmaklarını bile geçmeyecek` dünyada tek isteği` iyi bir evlilik sonrasında karısı ve çocuklarıyla mutlu bir hayat sürme gayesinde olan bir insan. Sadece paranın huzur getiremeyeceği gibi gerçek mutluluğun peşinden giden` hayatını sevdiği kadınla birleştirip 3 ay sonrada “babalık” mertebesine yükselecek “sıradan” bir vatandaş. Juan Oliver doğacak çocuğu ve karısına bakabilmek için biran önce işe başlamak istemektedir` Juan gardiyandır` bu genç adam işbaşı yapmasına bir gün kala çalışacağı hapishane hakkında biraz bilgi almak ve diğer gardiyan arkadaşları ile azda olsun kaynaşmak için iyi bir fırsat olarak görmektedir` ve işbaşı yapmadan bir gün önce çalışacağı hapishaneye gider. Çalışma arkadaşları ile kısa bir tanışma faslı geçirirken biranda tavandan kafasına bir şey düşer ve bilincini kaybeder. Tam bu sırada hapishanede bir isyan patlak verir` Juan’ın yanındaki gardiyanlar ne yapacaklarını şaşırırlar Juan’ı 211 numaralı boş hücreye bırakıp kellelerini kurtarmak için biran önce oradan sıvışırlar. Juan ayıldığında hapishane yerle bir olmuştur ve kendini tam bir kaos ‘ un içinde bulur. Juan kafayı çalıştırır ve buradan canlı çıkmanın tek çaresinin mahkum gibi davranmak olacağını düşünür` ve artık o bir mahkum rolü yapmaktadır. Filmin kısaca özeti böyle.

Son yıllarda Japon sinemasından sonra` İspanyol ve Fransız sinemasıda büyük bir çıkış içinde. İspanyol sineması 2007 yılında Rec ile getirdiği büyük başarısıyla` Fransız sinemasıda` Frontiere(s) / Sınırda (2007)` A L’interiuer / Inside (2007) ve Martrys (2008) gibi yapımlar Japon sineması ve Hollywood ‘ a şık taklalar attırmışlar. Ama şunu söylemek gerekki Celda 211 bir korku filmi değil` yinede başarılı yapımları sitede yayınlamak istiyorum. Yönetmen Daniel Monzon ‘ un ilk önemli eseri olan Celda 211 2009 yılında` İspanyol sinemasının en itibarlı ödülü olan “Goya” ‘ ya damgasını vurup bütün ödüllerin sahibi olmuştu. Hücre 211 ispanyada yılın en iyi filmi seçilirken` en iyi yönetmen ve en iyi erkek oyuncu dahil 8 ödül alarak adeta “Goya” ödüllerine ambargo koymuş.


Celda 211 filmi klasik bir hapishanedeki paklak veren isyanı konu alır gibi gözüksede filmi izleyen izleyici film bittikten sonra Hücre 211 ‘ in çok farklı konulara değindiğini aslında anlatılmak istenen klasik bir hapishane isyanını bastırmak olmadığı anlayacaktır. Hem konusu hem senaryo itibari ile` film ile ayrı olarak baştan aşağı ele alınması gereken bir yapım. Yönetmen Daniel Monzon ‘ un ilk önemli yapımı olan Celda 211 ‘ de en çok konuşulanlardan bir diğeride oyunculuk performansları. Yönetmen Daniel Monzon gibi oyuncu Juan Oliver ‘ ı canlandıran Alberto Amman ‘ ın yer aldığı ilk film olarakda göze çarpıyor. Alberto Amman ilk oyunculuk deneyimi olmasına rağmen bütün film boyunca farklı farklı karakterlere bürünerek ne kadar başarılı bir oyunculuk çıkardığını gösteriyor. Alberto Amman çok kaliteli bir oyunculuk çıkardığını ve filmdeki oyunculardan birisi daha varki` yönetmen Daniel Monzon ‘ un Alberto Amman (Juan Oliver) ‘ a verdiği bu başrol oyunculuğunu Lois Tosar ‘ ın Malamadre ‘ deki karakteriyle adeta kendisi yönetmene karşı çıkar gibi başrolü Alberto Ammann ‘ dan alıyor. Filmden sonra Luis Tosar ‘ ın o muhteşem replikleri bir çok izleyicinin diline dolanmış ve ancak bir mahkum bu kadar “iyi” bir insan olabileceğini` Alberto Amman ‘ ın film boyunca birden çok role soyunduğunu` ilk yönetmenlik deneyimi olan Daniel Monzon ‘ un kaliteli başarısı yıllara dilden düşmeyecek` şimdiden İspanyol bir “klasik” olduğunu söylersek` yanlış söylemiş olmayız.


Bütün insanlar hayatı boyunca gönüllü yada gönülsüz olarak` yada yapmak “zorunda” kaldığı seçimler neticesinde bir “taraf” olmak zorundayız Juan Oliver’da “başta” ne kadar bu tarafını belirlemiş olsada daha sonra hayatının ne kadar değiştiğine şahitlik edeceğiz. Hiçbir suçu olmayan bir insanın hayatı böyle dramatik birşekilde nasıl alt-üst olurki ? Yönetmen Daniel Monzon Celda 211 ‘ de` hapishanedeki yaşam koşulları hakkında kısa kısa göndermeleri ile` hapishane ortamı hakkında bize ufaktan bilgilerde vermeyi ihmal etmiyor. Filmdeki dehşet sahneleri az olsada` bunu vahşeti arttırarak bastırmayıda ihmal etmemiş.Yaşadığımız bu hayat hergün farklı farklı yeniliklere açık olduğu gibi sadece ufacık bir şeyin insanların hayatlarını nasıl değiştirdiğini Celda 211 filminde çok iyi anlıyoruz. Hücre 211` bir yükselen bir düşen grafiği ile merak unsurunu arttırıyor. Merak duygusunun yanında` baştan sona kadar düşmeyen temposuda film için göze batan artılardan birisi. Film birçok açıdan etkiliyor insanı` bazı yargı ve düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmemize vesile olacak sarsıcı ve kaçırılmaması gereken bir yapım.


Bu yazıyı ilk olarak www.korkutr.com sitesinde şu adreste yayınladım.

10 Mart 2011 Perşembe

Son Samuray - The Last Samurai (2003)

18. Yüzyılda sanayi devrimiyle paralel olarak birçok alanda yeniliklerin yaşanması, savaşlarda kullanılan ok, kılıç gibi aletlerin zamanla kendini top, tüfek ' lere değişildiği dönemler. Ülkeler gitgide ordularını modernize ettiği, yavaş yavaş gelişen teknolojiyle birlikte gelen bu yeniliklerin kullanılmaa başlandığı yıllar. Tabi sanayi devrimininde başladığı Avrupa'da diğer kıtalara göre herşey daha çabuk yayılır, belkide Avrupa'nın diğer kıtalara göre daha hızlı gelişmesi diğer kıtalarında Avrupa'yı takip etmeside bu dönemlerde (18.yy) kendini hissettirmeye başladığını söylersek yanlış söylemeyiz. Bu gelişen sistem doğrultusunda, ordularda daha modernize bir yapıya kavuşmaya başlanılan dönemler. 1875 yılındaki Japonya'da geçen filmde amerikan ordusundan Yüzbaşı Nathan Algren (Tom Cruise) Japon İmparatorluğunun davetlisi olarak ülkenin ilk modern ordusunu kurmak için Tokyo'ya gelir. Yüzbaşı Nathan Algren (Tom Cruise) japon ordusu'nun başında svaştığı bir zamanda Samuraylara esir düşer.

Samurayların son lideri Katsumoto (Ken Watanabe), Nathan Algren (Tom Cruise) ' i yakaladığı sırada onun savaşçı ve düşmana teslim olmayan yapısını gördüğünde düşmanına büyük bir saygı duyar ve onu öldürmekten vazgeçer ve onu yaşadıkları köye götürür. Yüzbaşı Nathan Algren bu köyde samuray kültürünü yakında tanı ve çok etkilenir. Nathan Algren bir samuray gibi harket etmeyi, kılıç kullanmayı öğrenince büyük bir kararın eşiğine gelir. Başka Samuraylara karşı savaşmak için gelen Nathan Algren artık iki taraf arasında kalmıştır ve onurunun kendisine doğru yolu göstermesini bekler.

Nathan Algren Japonya'ya gelmeden önce kızılderelilerin isyanını bastırmak içinde görevlendirilmişti. Filmde Nathan Algren hayatı boyunca yaşadıkları ona samuraylar gibi ölümden korkmamayı içten içe insani yapısına dönüşmüştür, bu yapısı aynı samuraylar gibi düşünmeyi, onlar gibi hareket etmeyi dahada kolaylaştıran bir unsur.

Son Samuray
' da enfes doğa manzaraları ile adeta görsel bir şölen sunan film, görüntü yönetmeni, set dekorasyonu ve kostüm tasarımı adına son derece başarılı. Özellikle 90'lardan sonra Japon sinemasının altın çağını yaşadığını herkez biliyor. Özellikle Japon korku sineması Hollywood sinemasının belkide tek alternatifi. Kill Bill filmi ile aradıkları atmosferi bulamayan samuray filmi severlerin beklentileri, Son Samuray filmiyle son derece karşılanacak bir yapım.

Nathan Algren rolüyle Tom Cruise işin içinden alnının akıyla çıkmışa benziyor. Filmi çok büyük bir zevkle izlerken
Nathan Algren ile Koyuki isimli güzel aktris'i canlandıran Taka arasındaki ilişki basit bir erozim ile sonuçlanmak yerine yönetmen, Japon kültürüyle birlikte ilişkiye ço kgüzel bir tat vermeyi unutmamış.

Bu batılıaşmanında etkilerinin görüldüğü 1875'lerin Japonyasında Samurayların hayatlarının değiştirilmek istenmesi ve Son Samurayların duygu yükle direnişini izleyeceksiniz.
Samurayların, Şimdiki Japon kültüründe çok büyük bir yere sahip. Yönetmen Edward Zwick Son Samuray filmiyle Braveheart kadar başarılı, kaliteli savaş sahneleri ve bunlarla birbirine iyi harmanlanmış olan duygusal bölümlerle, izleyicide eşsiz bir güzellik bırakıyor.

8 Mart 2011 Salı

İnto The Wild (2007) ve Christopher McCandless


Titanic (1997), Scarface (1983), Goodfellas (1990), Schindler's List (1993) gibi gerçek hayattan, sinemaya uyarlanan bir çok film vardır. Into The Wild (2007) ' de yanlız onlardan birtanesi, bana göre bu alanda en özel filmlerden birtanesi.

Christopher McCandless
1990 yılında üniversiteden mezun olduktan sonra 24 Bin Dolar parasını bir hayır kurumuna bağışlayıp, ailesine ve arkadaşlarına haber vermeden, otostop ile Amerikayı dolaşmaya başlayan, hatta kano ile Meksikaya kaçak giriş çıkış yapan ve uzun süredir hayalini kurduğu "Alaska" ' ya gidip vahşi hayat koşullarından yaşamaya çalışan ve bu esnada hayatını kaybeden bir gezgin. Yönetmen Sean Penn Milk(2008), 21 Grams (2003), The Game (1997) gibi yapımlarda oyunculuk yaparken Into The Wild filminde yönetmenlik koltuğunda oturuyor.

Christopher McCandless kapitalizmin oluşturduğu "Kapilalist Dünya" ' yı hiçbirzaman benimsemedi, taviz vermedi. McCandless para ile kolayca elde edilen şeylerin gerçek güzelliklerin, zevklerinin önemini kaybettiğini ve anlamsızlaştırdığını düşünüyordu. McCandless hiçbirzaman anlaşamadığı ailesinin beklentileri doğrultusunda üniversiteden mezun olur olmaz, ailesini birdaha aramaksınız sırra kadem basmıştır. McCandless hayallerinin peşinden koştu.
McCandless ne ailesine, arkadaşlarına haber vermeden yolculuğunu otostop yaparak, hatta bu yolculuklarda tanıştığı insanlara ismini
Alexander Supertramp olarak tanıtmıştır. McCandless yolculuğunu yanına aldığı kitaplardaki bilgileri adeta bir "yol gösterici" olarak kullanır. Vahşi yaşamda avlanmayı, nasıl hayatta kalınabileceği, zor durumlarda yapılabilecek ve benzeri şeyleri yanındaki kitaplardan okuyarak bu alanda kendisinine yararlı olabilecek herşeyi yani tecrübeyi öğrenir. McCandless ' ı tarihe altın harflerle kazınmasına sadece ailesine gider yapıp, bütün parasını hayır kurumlarına bağışlayıp, kapitalist dünyaya adeta "meydan" okumasıyla kazanmadığını bu filmi izleyerek anlamak pek zorda değil doğrusu, Çünkü McCandless hayatı boyunca ailesinden görmediği yakınlığı, sevgiyi bu yolculuğu sırasında tanıştığı insanlardan görmüştür. McCandless ' ı yolculuğu sırasında can-ciğer dostları olduğu gibi onu evladı gibi seven insanlarda çıkmıştır. Hayata karşı bu duruşuda bu gezginliği kadar onu tarihe bu denli silinemeyecek şekilde kazımıştır.

Birçok kişi bu filmi izleyip
McCandless ' ın bu yaşam öyküsüne tanıklık ettikten sonra " Aynı beni anlatmış be abi " dediğini biliyorum. Bazılarıda " o kadar para heba edilirmi manyakmısın be birader " diyeceğini bildiğim gibi. Aslında McCandless ' ın dünyaya bu yaklaşımı pekde uzak olmadığımız bir durum. Çünkü ; teknoloji geliştiği gibi yaşam koşulları, standartlarıda değişiyor elbette McCandless ' ında bu "sisteme" karşı çıkmasından başka birşey değildir aslında.

Nasıl bir hayat yaşıyor olsak bile birçok insanın içerisinde McCandless ' ın hayallerini süsleyen bir doğayı kendisindede bulduğuna eminim. McCandless genç yaşta dünyadan ayrılmış olabilir ama bu kısa hayatı boyunca içine sığdırdığı yaşam sevgisi belkide çoğu insana nasip olmayacak. Kısacası McCandless bulunduğumuz hayata karşı geldi ve ona çok büyük bir çalım attı.


Christopher McCandless (12 Şubat 1968 – 18 Ağustos 1992)

2 Mart 2011 Çarşamba

Galatasaray : 0 Gaziantepspor : 0


Türk futbolunun özellikle Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş takımlarının başına getirilen antrenörlere başta sahip çıkan başkan ve yöneticilerin bu "sahip çıkma" kol , kanat germesi en fazla 3 ay sürer, tabi işler kötü gidiyorsa, iyiysen zaten kimse kelleni alamaz. Sezon ortasında Georghie Hagi'yi takımın başına getirip Zapata, Culio, Stancu gibi Uefa kupası kaldırmış bir Galatasaray kulübünü kaldırabilecek kapasitede oyuncular olmadığı baştan belliydi. 32 Yaşındaki Zapata'yı nereden, ve hangi zihniyetle transfer edildiğini birisi çıkıp açıklayacaktır değil mi ? Tarihinin en kötü sezonunu geçiren bütün umutlarını Türkiye Kupası ve oradan Uefa kupasına gitmeyi gözüne kestiren, Lige çok önceden havlu atmış sıradan bir takım görünümüdeki Galatasaray elbetteki sadece stat açılışında full dolduran ve sezon sonuna kadar 15 bini geçmeyecek taraftarıyla bunu hak ettiğini kimse söyleyemez. Haftalardır iyi çıkış yakalayan Gaziantep "takım" olma yolunda Galatasaray'ın çok önünde. Gelecek sezonu ufakta olsa garantiye almanın tek yolu olarak Türkiye Kupasını kaldırmak olduğunu düşünen Galatasaray ve Camiası Antep maçını final olarak görsede tribüne bakıldığın ne kadar hak edildiğini görmek için yetecektir. Neyse.

Sahada maça iyi başlayan ve kendini bilen bir Gaziantep vardı. Galatasaray ise ilk yarının son 10 dakikasına kadar adeta deplasmana gelmiş bir anadolu takımı, Gaziantep'in ise sanki Galatasaray ile formalarını değiştirmiş ev sahibi 4 büyük takımdan birisi gibi duruyordu. Aslında beklediğimden daha iyi bir tempo vardı sahada, her iki takım adınada bunu söyleyebilirim. İlk yarı iki takım adınada ortada gitsede daha çok pozisyon bulan Galatasaray oldu, ilk yarının sonlarına doğru Baroş'un kaçırdığı pozisyon ilk yarının en net pozisyonuydu.

Bu sezon Galatasarayda Baros ve Arda'nın paso sakatlanmasının altında büyük bir amatörlük var. Amatör bir futbolcuya sorsan bile her maç oynamak ister. Baros yine bacağı sarılı çıkmış sahaya belliki hafifte olsa bir sakatlığı var, korunarak oynamak zorunda. Ani bir harekette bacağı çekse 1 ay daha yok tabi önemli topçu ya 2 haftaya yetiştirilmeye çalışılır, tekrar sahaya girer ve yine sakatlanır. İşte amatörlük budur.

İkinci yarıda skoru korumak isteyen Gaziantep ve Allah ne verdiyse saldıran bir Galatasaray. Culio'yu çıkaran Hagi yerine oyuna sürdüğü Pino. takımın en isteklisi Baros. Beklediğim sonuçla bitti maç, Antep'in turlamasını maç başlamadanda bekliyordum benim için pek süpriz olmadı doğrusu.

Taraflı, tarafsız herkezin "futbolculuğunu" sevdiği Hagi'ye şimdi verilen tepkiler diz boyu. Çoğu kesim istemiyor peki neden ? daha 3 ay önce takıma gelmiş başarılı-başarısız orası bu kısa zamanda önemli bir etken olmadığı açıktır. Manchester United ' da Sir Alex Ferguson takımın başına geldiği ilk 3 sezonda takımı 10.sıradan daha üst sıralara taşıyamamıştı, şuanda ise 30 yıla yakın takımın başında ve birçok kişiye göre dünyanın en iyi antrenörü. tabi bu sadece Galatasaray için değiş türk futbolunun bir eksikliği.

Oyundan çıkan Ayhan akmanın ıslıklanması, adeta "çek git artık, istenmiyorsun" tavırlarına Ayhan'ın tepkisi ise formasını öpmesiyle oluyor.

21 Şubat 2011 Pazartesi

Manisaspor : 1 Trabzonspor : 2


Beşiktaş'ı 4-2 yenerek liderliğe yükselen Fenerbahçe, Trabzonspor'un puan kaybetmesi halinde ligin yeni lideri olacaktı. Fenerbahçe'nin bu galibiyeti Trabzonsporlu oyuncular üzerinde bir rehavet göstermesi olasıydı. Durağan başlayan maçta 6.dakikada Serkan ile çok net bir gol pozisyonundan yararlanamadı. 14.Dakikada Mustafa' nın üzerinden kafa vuruşunu yapan Dixon takımını 1-0 öne geçirdi bu dakikadan sonra iki takımda istediği oyunu sahaya yansıtamadı, ilk yarı Manisaspor golü bulmasıyla soyunma odasına moralli gitti. Trabzonspor ilk yarıda vasatı aşamayan bir performansla ligin ilk yarısındaki o istekli, maçı kovalayan görüntüsünden eser yoktu. İkinci yarıya daha istekli başlayan Trabzonspor'du Jaja'nın getirdiği topu Umut düzgün bir vuruşla beraberliği sağladı. Geçen sezon takımın en etkili isimlerinden olan Colman bu sezon daha defansif bir görev üstleniyor, haliyle savunmaya daha çok ağırlık veren Colman maçlarda istediği insiyatifi alamıyordu. Ligin ilk yarısında en etkili oyunculardan Selçuk ve Colman'ın ligin ikinci devresine oldukça kötü başlamalarıyla üst üste puan kaybeden Trabzonspor'da Manisa maçının 2.yarısı Selçuğun biraz daha insiyatif alması, Jaja'nın skoru değiştirmek isteyen ve diğer oyunculara göre daha istekli bir oyunu vardı. Golden sonra Colman'ı kenara alıp Alanzinho'yu sahaya sürerek takımın ofansif gücünü arttıran Şenol Güneş takımın bütün sezon boyunca özellikle geriye düştüğü maçlarda kontrollü oyunu sürdürmesi galibiyet golünü aramasını ve bunu yaparkende defansif anlamda tedbiri elden bırakmamasını isteyen oyun yapısı galibiyeti getiren en önemli faktördü. 1-1 'den sonra çok önemli 2 gol pozisyonundan yararlanamayan Trabzon'du. İlk yarının aksine takım daha dirençli ve istekliydi, bu kıvılcımı takıma ateşleyen Jaja ve Şenol Güneş'in 1-1'den sonra oyuna sürdüğü Alanzinhoydu.

86.dakikada Alanzinhonun klas gölüyle öne geçen Trabzonspor'da dakika 90 olmasına rağmen kenardan takımının geriye yaslanmamasını söyleyen ve kontrollü oyunu sürdürüp skoru değiştirmek isteyen Şenol Güneş'in hamleleri tam yerindeydi. Jaja'nın ikinci yarıda Maestro görevini selçuktan alıp sahneye kendisi çıktı, takımı ateşledi ve golün hazırlayıcısı oldu. Berabere giden maçlarda Şenol Hoca "Selçuk-Ceyhun-Colman" ile başlarsa oyundan öncelik olarak Ceyhun'u çıkartırdı, bu sefer Colman'ı alarak takımın galibiyeti ararken defansif düşünmesinide istedi kuşkusuz. Eğer 1-0 iken Colman'ı değilde Ceyhun'u oyundan alıp Alanzinhoyu sahaya sürseydei defansif anlamda Trabzonspor sıkıntı yaşayabilirdi. Colman'ı alarak defans gücünüde düşünerek hücum etme anlayışı Trabzonspor'a galibiyeti getiren en önemli sebeplerden birisi oldu.

Geçen hafta deplasmanda Sivas ' ı 3-2 yenmesiyle biraz moral kazanan Trabzon için Manisa maçı oldukça önemliydi. Bu iki maçıda kazanarak üzerindeki kara bulutları biraz olsun dağıtarak, ilk yarının aksine daha olumsuz futbolunu ikinci plana taşıdı. Defansta Egemen'in yokluğunda Mustafa'nın Egemen'in görevini tam üstlenememesi, Engin'in sakatlığıylada hem defansif hem ofansif olarak daha durgun bir Trabzonspor görmemizi sağladı, bu iki deplasmandaki galibiyetlerin çok büyük bir önem taşıdığı aşikar böylece gelecek haftaki Kayseri maçında daha istekli bir Trabzonspor ve Trabzon taraftarı görmemiz açısından son derece önemliydi. Jaja'nın takımını inanılmaz ateşlemesi ve kenardan oyuna müdahalesiyle antrenörlük görevlerini en iyi şekilde yapan Şenol Güneş galibiyetin mimarıydı.

20 Şubat 2011 Pazar

Beşiktaş : 2 Fenerbahçe : 4

Formda ve performansı giderek yükselen, ilk 11'i makine gibi işleyen bir Fenerbahçe diğer tarafta ise ; ligde hayal kırıklığı yaşayan ve avrupadan'da büyük bir futbol mucizesi olmazsa elenmiş, kupada ne yapacağı muamma, antrenörü her maçta sağa sola gider yapan bir hocası olan, yönetimin ısrarla arkasında durduğu, durmaya devam ettiği bir Beşiktaş.

Galibiyet paralosıyla çıkan iki takımın mücadelesinde ilk dakikalarda golü bulan Fenerbahçe 1-0 önde başladı maça. Derbi karşılaşmalarında iki tarafında istemeyeceği "erken gol yeme dezavantajı" Alex'in cezasahası içerisine kestiği topu Necip'in kendi ağlarına gönderince Fenerbahçe avantajı eline geçirdi. İlk 25 dakika içinde maçı 3-0 ' a getirme şansını elinin tersiyle iten Fenerbahçe 25.dakikadan sonra Beşiktaş'ın biranda vites yükseltmesiyle dili dışarıya çıktı. Bu baskı 44.dakikada ters ayağıyla mükemmel bir gol atan Ekrem adeta örümcek ağını aldı.



İkinci yarının başında İbrahim Toraman'ın önünde bulduğu topa bir santrafor gibi yumuşatıp topun geldiği köşeye göndermesiyle avantajı Beşiktaş eline geçirdi. Almeida'nın karşı karşıya cömertçe kaçırdığı gol pozisyonuyla 2. kırılma noktasını değerlendiremeyen Beşiktaş 65.dakikada Ferrari'nin Lugano'ya yumruğuylaindirerek bütün maçı tersine çevirdi. Beşiktaş lehine giden maçta takımını 10 kişi bıraktı ve Fenerbahçe'nin hanesine 1 gol yazdırdı. Ferrari ' nin bu ikramıyla Alex sazı eline aldı ve maçı kopardı.

İlk yarıda Niang'ın ikinci yarıda Almeida'nın değerlendiremediği pozisyonlar maçın kırılma anlarıydı iki takımda bunu değerlendiremeyince sahneye Ferrari çıktı, sayısal üstünlüğü ele geçiren Fenerbahçe skoruda eşitleyince film Fenerbahçe adına koptu. Skor 2-1 iken Semih'i oyuna alacak olan Aykut Kocaman Alex ' i çıkarmayı düşünmüş olabilir.Bir "A"planı olmayan Schuster'den "B" planıda beklenemezdi zaten. Türkiye'nin en pahalı derbisine Beşiktaş'ı yedek stoper'siz çıkaran Schuster son 30 dakikada defansın göbeğine Necibi monte etti. Sivok ' u ilk 11 de sahaya sürmeyi akıl edebilse hadi onuda yapamıyorsan esameye bitane yedek stoper yazaydın.

18 Şubat 2011 Cuma

Spordan bir Armstrong geçti



Bitek Indurain hakkında kısa bilgilerim vardı. Indurain diğer insanlarla karşılaştırılan üstün bir fizik yapısına değil kendi akranı pedallar'dan dahi daha iyi bir fizyonomisi vardı. Indurain'in kan sirkülasyonu 7 litre oksijeni her bir dakikada vücudunun etrafında sirküle etme yeteneğine sahipti. Bormal insanlarda bu 3-4 litreydi. Kendi akranı pedallarda ise bu 5-6 litreydi. Ayrıca Indurain'in akciğer kapasitesi 8 litreydi. Diğerlerinde ortalama 6 litredir. Bunların dışında normal bir insanın kalp vuruşları 60-80 bpm iken Indurain'de bu 28 vuruş daha azdı. Bunun anlamı ise kalbi dağ etaplarında daha az baskı altında kalıyordu. Bu Indurain 5 kere fransa bisiklet turunu kazanan 4 isimden sadece birisiydi, ama diğerlerinden herzaman avantalıydı.

Açıkça söylemek gerekirse Futbol'dan başka spor dallarından pek anlamam ama televizyonda görürsem diğer kanallara zap yapmam, izlerim ve takip etmeye çalışırım. Bisiklet sporuda bunlardan birtanesi sadece bisikleti değil, diğer spor dallarındada insanlara "sporu sevdiren" kişiler/sporcular vardır. İşte bunlardan biriside Lance Armstrong'dur. 1971 ' de Teksas'da doğdu. Armstrong bisiklet sporuna devam ettiği sırada 1996'da 3.aşama testis kanseriydi, hastalığı beynine sıçramıştı doktorlar yaşama şansını %40 olarak gördüler. Armstrong kanseri yendi, bisiklete geri döndü. 1999-2005 arası dünyanın en prestijli yarışması olan Fransa Bisiklet Turu'nu 7 kere Champs Elysee Bulvarı'nda zafer turu atmayı başardı. Lance Armstrong 1999-2005 arasında elde ettiği yedi şampiyonlukla, tüm zamanlar rekorunu beş birincilikle paylaşan Merckx, Hinault, Indurain ve Anquetil gibi efsaneleri geride bıraktı.

2005'de mayosunu astı. Emekli oldu. Hakkında defalarca doping iddaa'ları ortaya atıldı. Hepsinden temiz çıktı. 2009'da 40 yaşında kanserle mücadele için mayosunu tekrar giydi, ve yarışlara katıldı. Kendi yaşıtları merdivenleri soluk soluğa çıkarken o prestijli bir yarışta 4.oldu. Mayosunu geçtiğimiz günlerde birdaha giymemek üzere astı. Kanserle mücadelesi ve spordaki bu başarıları onu sadece iyi bir sporcu değil, 21.yüzyılın en önemli kişileri arasına adını yazdırmıştır. Özyeyeceğiz.




17 Şubat 2011 Perşembe

Beşiktaş : 1 Dinemo Kiev : 4


Sezon başında Q7 ve Guti'yi Beşiktaşa transfer eden Yıldırım başkan ligin ilk yarısındaki kötü performanstan sonra Hugo Almeida, Manuel Fernandes, Simao Sabrosa ' yı aynı anda takımlarından alıp sırtlarına Beşiktaş forması giydirdi. Yıldırım başkan "parayı basıyorum, oyuncuları getiriyorum" Shuster artık sıra sende diyerek bıyık altından gülümseyerek objektiflere gülümsüyordu. Lig Beşiktaş için çok önceden bitti. Herkez bu yıldızlar topluluğuyla Beşiktaş'ın 17 de 17 yapıp şampiyon olma ihtimallerini konuşuyorlardı ben ise devre arasında Beşiktaşın biletini kesmiştim gözümde. Burası Türkiye Shuster'de bunu dün gece Kiev hüsranından sonra anlamıştır diye umuyorum.

Beşiktaş Uefa gruplarında Porto, Rapid Wien ve Cska Sofia ile eşleştiğinde her spor yazarı ve otoriteler Beşiktaş'ın adını 1.sıraya yazdılar. Beşiktaş favoriydi. Rakip Portoydu İnönüde Porto'yu yeneceklerdi çünkü Porto'da yıldız oyuncular yoktu bitek Hulk sıkıntı yaratabilirdi. Ben ise maçları herkezden ayrı gözlüklerimle evimde cips+kola ikilisiyle izledim. Bu gibi takımlar için yıldız oyuncular önemli değildi. Çünkü takımdılar. Porto son 10 yıldır avrupadaydı bu gelenek hiç şaşmıyordu. Spor yazarlarına göre Hulk'dan başka etkili silahı olmayan Porto inönüde 3-1 lik zaferle Portekiz'e döndü. Porto alışıktı bu maçlara. Turnuva takımıydı. Porto bir gelenekti. O Porto inönüde Beşiktaş'ı yendi dün gecede ispanyada sevilla'yı mağlup ederek tur biletini cebine koydu.


Beşiktaş gruptan 2. çıktı. Kuralar çekilde Dinamo Kiev geldi çantada keklikti. Beşiktaş işi inönüde bitirecekti. Beşiktaş Valeri Lobanovsky ' e cebinde Manchester biletleriyle gidecekti. Maçtan 1 gün önce arkadaşlarımla konuştum yine tedirgin yaklaştım çünkü Dinamo Kiev'de turnuva takımıydı. Onlarda gelenekti. Kadrolarında yıldız diye gösterilebilecek kimse yoktu. 35'lik Şeva dışında. Dakikalar 90'ı gösterdiğinde skor tabelasında 4-1 yazıyordu ama Kiev adına. Elime kalemi kağıdı aldım. Kaleci Shovkovskiy yılların kalecisi. Sanki gözlerini Dinamo Kiev soyunma odasında açmıştı. 19 yıldır Dinamo Kiev'de. Danilo Silva yeni geldi. Vukojevic 4 sezondur Kievde. Ayila Yussuf 8 senedir Dinamo Kievde orta saha çizgilerini eskitti. Yarmolenko'da 3.5 senedir kievde. Mikhalik 6, Milevski 9 yıl. Kaptan şeva buranın çocuğu. Sonuç belli başarılı takım kurmak sadece transfer yapmak değildir takım olma evresi yıllar sürecek bir çalışma sonrasında elde edilebilecek bir ünvandır. Beşiktaş'ın bunu başarması için önünde yıllar var. Ama Guti'yle değil. Başarıya daha aç futbolcularla. Elinde Bobo varken Almeida'yı almak aptallık olur. Elinde Ernst gibi bir dinamo varken Fernandes ' i transfer edip Ernst ile genç Necip'i yedek kulübesine göndermekle gelmez başarı. Uzun lafın kısası. Tur gitti. Kiev turladı. Lobonovski stadına gitmeye gerek yok. Oturup gelecek sezonun planlarına başlamak için yarın geç olabilir, bugünden giriş yaparlarsa iyi olur. Ligin treni çoktan geçti. Dublin'de Uefa Finali hayallerini 3 korner golüyle Kiev Beşiktaş'ın cebinden aldı. Shuster Dublin'de oynanacak Uefa finali için bilet fiyatlarını araştırmaya başlasın çünkü ancak trübünden izler.
 

Sample text

Sample Text

Sample Text